Thursday, September 28, 2006

Wednesday, September 27, 2006


bunca yıldan sonra,bunca yoldan sonra yine beraber olmak,her geçen gün daha da aynı şeyi hissetmek...ne düşündüğümü düşündüğünü bildiğim biriyle yaşamak...işte bu şans.kimsenin eline geçmeyen, veya değerlendirilemeyen şanslardan.biz bunu değerlendirdik işte.bu değere öyle değerler kattıkki, satın almak isteyenleri kovaladık hep.karşımıza yokuşlar çıktığında birbirimizi taşıdık.birimiz düştüğünde diğerimiz ayaktaydı çoğu zaman.ayaktaki düşeni zorlamadı hiç.hiç sürüklemedi peşinden.bekledi durup,kanayan dizlerindeki kanın pıhtılaşmasını.sonra hadi dedi,hadi gidelim...ve yine beraber ayağa kalktık biz.bazen beraber düştük o yokuşta.etrafımıza baktık, bizi kaldıracak kimse yoktu bazen,o zaman da oturduk doya doya güldük ağlanacak halimize.kısacası biz kendi küçük dünyamızı yarattık.başkalarının anlamadığı, anlayamayacağı,giriş kapısını bulamadığı bir dünya yarattık.yani bu şey gibi,tek bir frekans yaratmak...kimsenin algılayamadığı,sadece bizim duyduğumuz bir frekans.biz bu frekansta birleştik, konuşmadan anlaştık, sormadan kabullendik bazen,sıkmadan gevşettik,silmeden sözleştik...

Tuesday, September 26, 2006

.....

insanlar pisleniyor.gün geçtikçe pisleniyor,kokuya da alışıyorlar üstelik.yüzsüzleşiyor, çirkinleşiyor,acı vermeye başlıyorlar.tüm dünyayı sarıyorlar pis, durgun bir göl gibi.pisliğin dumanı havaya yayılıyor,gözlerimiz görmez oluyor.ağlıyoruz daha berrak görebilmek için.ama gözyaşlarımız artık bizi berraklaştırmıyor.sadece gözlerimizi kızartıyor,açılmaz hale getiriyor.kapalı gözlerle yaşıyoruz hayatımızı.kokuya alışıp tüm pisliklere göz yumarak.her geçen gün bu sulardan tiksinip kendimizi yine içinde bularak yaşıyoruz.ve bir çözümü yok bunun.çünkü artık gözyaşlarımız bizi berraklaştırmıyor.sadece kalbimizi yakıyor her damlanın düşüşünde...

Thursday, September 21, 2006

bergamutlu gün

çok keyifli bir gün.gece değil, karanlık değil, karanlık değilim.çayı pek sevmediğimi sanırdım.ne de güzel geldi onca kalabalığın ardından tek başıma çay içmek. bütün gün müzik dinlemeyi, yanlızlığı özlemişim.yatakları topluyorum, elimi çarşafım üstünde gezdirdim.dümdüz oldu.bembeyaz, dümdüz...şöyle bir baktım. o bile keyif verdi.çayımı elime aldım.kokladım, bütün içim bergamut kokusuyla doldu.hayatın trafiğinde kırmızı ışıkta takılmış bir gün bugün=)

sevdiğim...

sevgilim değilsin sen benim,sevdiğimsin.eski şarkılardaki gibi.sevdiğim…çok eski,çok nostaljik bir deyim.eski zamanlardayım.ruhum eski,duygularım…bu yüzyılın duyguları değil bunlar.kim verdi bu duyguları bana?kim nerde unuttu da ben el koydum bu duygulara?hakkım olan mıydı acaba bu.yoksa çekmem gereken ceza mı?iki zaman arasında sıkışıp kalmak ceza mıydı yoksa bir hediye mi?

Monday, September 18, 2006

küçük şeyler

uzuun zamandır blog a yazı yazasım gelmiyor.aslında birsürü yazı yazdım ama,ama işte...son yazdığım yazıyı okudum,sonra güldüm kendime.aslında pek de algıladığım gibi değilmiş olaylar. çok farklı, çok daha güzelmiş...sonra hayatıma bir baktım, monotonluktan şikayet ettiğim yıllara.hepsi birbirinin aynı geçen günlere baktım.geride bırakmışım onları.şikayet etmeyi, sıkılmayı bırakmışım.sevindim kendi kendime."küçük şeyler,küçücük şeyler,bizi sevindiren,üzüldüren,hepsi de küçücük şeyleeer"küçük ama kalbini dolduran,taşıran şeyler...

Monday, September 04, 2006

sıkılıyorum.düşünmeden duramıyorum.hiçbirşeye dikkatimi toplayamıyorum.hayal kurmanın sonucu bu işte."hiçbir gerçek hayali kadar mükemmel olamaz".hatta hayalinin kıyısından bile geçemez.yine duvarlar kalkıyor,yollar kapanıyor.nehirler birleşiyor ve kendi mekanlarında takılmaya devam ediyorlar. yine moduma dönüyorum.yine sessizlik var.yine kalabalık var ve ben varım.kalabalıktan kopuk, köşe koltukta oturuyorum.ama işin kötüsü artık ağacımda değilim.indirdiler beni oradan.eskiden karışmadan sadece eleştiren nehir vardı ya ağaçta, hayatı oynayan nehiri izliyordu;artık ağaçtaki yok. o indi bir ara ağaçtan.işte şimdi de çıkamıyor ağaca. düşünüyor,sıkılıyor...hayalinin acısını çekiyor.o kocaman hayalinin.imkansızın hayalinin acısı.