Sunday, March 22, 2009

Bıngıldak Beyin

İnsanın kendine yetememesi ne acı bir durum. Gereksiz bir duygu. Hiçbir işe yaramıyor olma hissi... Acaba bir işe yaramak gerekli midir onu da bilmiyoruz ya, sineye çekiyoruz. İnternet çok pislik bir dünya... Televizyon ona keza... Medya elementlerine lanet okusam da bir dağ evine kapatsam kendimi. Ne fıstık gibi mankenlerden haberdar olsam, ne über sanatçılardan, ne süper tasarımcılardan... O zaman zevkli olabilir hayatı sorgulamak, yürüyüşe çıkmak falan... Şimdi her şeyin bir amacı var. Elde pet şişeyle yürümek çok eğreti bana.
Paragraf başı yapıp yeni konuya geçmek bile yeri geldiğinde koyuyor insana. Sanki o konu hakkında daha söylenebilecek milyon kelime yokmuş gibi, hunharca başka bir konuya atlamak... Lafı uzatmamak. Bence laf uzamayı gayet hak ediyor. Ama gel gör ki paragraf başlarını temiz sayfaları seviyoruz. N'apalım!kafamızdakileri anlatabilsek inci gibi, bu karmaşa son bulurdu zaten. Değil mi ama?
Özgüvensizlik şehirli hastalığı mıdır? Keşke özgüven diye bir şey olmasaydı. (okuyucuya not: diğer bir yazıda bu konu üzerine eğilinecek)Gerçekçi olunca özgüvensizlik fena yapıyor insanı. Çünkü rahatsız eden noktaların doğruluğunu o kadar iyi biliyorsun ki, kendine televizyondaki bir spikere “konuşamayacaksan neden televizyona çıktın?” dermişçesine acımasız davranabiliyorsun. Evet oluyor bu!O zaman işte ağız dolusu küfrü basmak bence gayet doğal haklardan sayılmalı. Evet Nehir yasaları yazmaya şu anda karar veriyorum. 'Ağız dolusu, tükürüklü küfretmek özgüvensiz insanın en doğal hakkıdır' burdan bildiririm.
Kafa karmaşası da cabasıdır bu gibi durumlarda. Uyumadan önce konulan hedefler, hadi kalkıp hepsini gerçekleştirelimci kalp atmacası... Hepsi işte gariban insanın umut kapısı. Pazartesi diyetleri de öyle. Şu an saat 23:50, günlerden pazar. 10 dakika sonra diyetim resmen başlamıştır.
Yok, yok hepsi sabırsızlık yüzünden! Adam ol da sabret biraz di mi? Daha yaş 22. Belki bu yaz İspanya'ya gidip hayatımın aşkıyla karşılaşacağım, ne biliyorsunuz? =)) Belki de okulu uzatıp Balçova otobüsünde karşılaşırım. Olabilir! Mümkündür! Hakkımdır!
Bir beyin buğulanması, bir buharlaşıp buharlaşıp süblimleşme hali... Kendi kendime diyorum; bak kızım, yolun yol değildir! Bilesin.
Paylaşayım dedim, belki siz de hissiyatımı paylaşıyorsunuzdur, belki yalnız değilizdir! Değil mi ağabey?

Monday, March 16, 2009

Olmalı mı olmamalı mı?

Bülent Ortaçgil diyor ki “ama ben düşünmezsem ben olamam ki” Ben de düşünüyorum ki, ben olmak uğruna bunca düşünce yüküne girmek mantıklı mıdır? Derken bakıyorum bir daha ben olmuşum bile. Saçmalayaraktan, soru soraraktan, düşünerekten... sonra bakıyorum bu bunalmış bünyem alışmış herşeye. Gülmeye başlamış, yalnızlık tanımını 3-5 parçaya ayırıp farklı zamanlarda acısını çekmeyi öğrenmiş... Hayatı daha bir gül-geç haline getirmiş-ben- Hiiç haberim bile yok...
Sonra da utanmazca hayal kırıklığına uğramaktayım prensiplerimden caydım mı? Ben de mi yozlaştım? Gibi muhabbetlere girmekteyim beynimin bir zavallı kıvrımcığında. Çünkü bu bünye alışmış, doğru olanı yapmak bunaltır, sıkkınlık gerektirir.
Neyse... bilinmiyor bu aralar ne sebeple bu denli densizim=) Sırıtmak, saçmalamak şart. Ben Bir şey öğrendiysem bunu öğrendim. Ayrıca sistemin zavallı parçaları mıyız yoksa ne?
Bir teorim daha var; Ergenliğim uzun sürdü:P hahaha buna yüksek sesle burundan ses çıkarmacalı gülebilirim.
Ortaokul yıllarında “Hüsnütalil” diye bir kavram öğrenmiştik bilmem hafızalarınızda yer edinmiş mi? Velhasılkelam, hüsnütalil, edebiyatta güzel nedene bağlama sanatıdır. O çok takılmış kafama, bilinçaltımı oymuş, oymuş. Her bir yaşanan olayı bir yere bağlayasım var. bağlamayınca beynimde ordan oraya yalpalayarak kafatasıma çarpıyorlar, nitekim fazla başağrısı yapıyor.
İşte böyle saçma bir dünya bizimkisi de. Endüstriyel tasarım yapacakmışız mezun olunca. Çok güldüm küçüklüğüme=) Lan hani sistem, tüketimcilik sana saçma geliyordu!! Neyse yine çıkarlarıma kılıf uydurmuşumdur zamanında, hatırlamıyorum şimdi. Böyle hayat... Teorilerle dolu. Atmasyon yani.
Çözdüm bak hayati! 98765432134567898776. oldum sanırım hayatı çözenler arasında. Arkadaş, demem o ki kimsenin bizi taktığı yok=) en iyisi eğlenip coşmak diyorum başka da bir şey demiyorum. Hazır izmirliyiz daha başka felsefeler aramayalım lütfen kendimize. Yüzeyden gidelim, çok dibe dalmayalım. Arada bir ne olduğunu sorgulamaksızın böğürerekten ağlayalım, bırakalım o kendisi gider, sonra yine güneş açar...
Yüksek Sadakat adlı grubumuzun bir şarkı sözü on numero, o kuple ile bitirmek isterim yazımı. Hazır yazılmışı varken kelime israfına luzum yok, daha iyisini yazmadığım sürece. Yine Uzatıyorum sanki ben sadede gelmeliyim;
“Bu evrende bir tozsun, tarih seni unutsun! Haydi gel içelim, yerlere düşelim!”
iyi gülmeceler diliyorum hepinize

Monday, March 09, 2009

imbat

sanki kapılır gibiyiz izmirin şu ılık esen rüzgarına
Ta derinden aşık, acı çeker ses çıkarmaz...
yine içten içten ısırırken izmir'in rüzgarı
biz hayranlıkla izlemekteyiz küçücük görünen martıları
kalbimizi buruşturan küçücük aşkları
özlemle karşılarız en hafif deniz kokusunda.
Sakin sadece şimdi deniz, rüzgar, martılar...
tek koşuşturan aşklar bu durgunlukta,
izmir duruyor şimdi aşklarından yorgun.
Havada bir parfüm kokusu,
herkes baygın, hayran, karışmış
hem sade, hem karışık şimdi bu kent bu mevsimde.
Kediler çatılara çıkmaya başlamadan daha
aşklar başlar bu kentte
denize bakarak rakı içmeceli, efkarlanmacalı...